1 Aralık 2025 Pazartesi

1 Aralık - Noel Ağacı

1 Aralık 2025 Pazartesi 0

 Bugün hiç evden çıkmadan dinlendiğimiz güzel bir pazar günü oldu. 7 yaşındaki bir çocuk gibi kalkıp kahvaltımı ettim, yağmur sonrasında çıkan gökkuşağını izledim,


Bol bol ödevlerimi yaptım, alt yazısız film izledim, abur cubur yedim, sonra bir de baktım ki 16:32'de hava kararmış,


David çatıdan noel süslerini indirdi, Agatha ile birlikte minik ağacımızı süsledik,


En favori yemeklerimden birini yedim,


Çayımı yanıma alıp odama çıktım, Özlem adındaki arkadaşımın bir saati bulan günlük şikayetlerinden dahi sağ kaldım, dizilerimi izledim, banyomu yaptım ve yeni güzel güne hazırlanıp çocuklar gibi mutlu mesut uyudum.



30 Kasım 2025 Pazar

30 Kasım - Rosslyn Chapel

30 Kasım 2025 Pazar 0

 Bir şapel düşünün ki, bağlantısı ispatlanamasa da Tapınak Şövalyeler, Kutsal Kase, Masonluk terimleriyle birlikte, kesin bilgi ile de cinayetle birlikte anılsın. İşte bu günkü ziyaretimiz entrika, kıskançlık, gizem ile harmanlanan Rosslyn Chapel'e.

Ama önce gökkuşağı ile bize günaydın diyen Edinburgh'a biz de yükses sesle bir günaydın diyelim: GÜNAYDIN EDINBURGH!


Rosslyn Chapel, Edinburgh'tan birazcık uzakta, yaklaşık 11 km. kadar. Ben otobüs ile gittiğimden Edinburgh'un kırsal kesimini otobüs eşliğinde izleyerek vardım Şapele. Gitmeden önce sitesinden online bilet aldım (11,5 pound), küçücük şapeli 90 dakikalık ziyaret bölümlerine ayırdıklarını gördüğümde açıkçası şaşırmıştım, tini mini yere 1,5 saat biraz fazla değil mi kardeş diye. 

Değilmiş! Binanın dışındaki ayrıntılara bakmak bile neredeyse 30 dakikamı rahat aldı benim. İncelikle oyulmuş taş işçiliği tuhaf sembollerle bezeli, her hikâyenin ardında kadim tarikatlar var, hatta bunu insan yapmış olamaz, kesin uzaylılar var bile diyebilirsiniz.

Dışı böyleyse içi nasıl olacak kim bilir diye girdim. Aslında, itiraf edeyim, Rosslyn Şapeli hakkında tek bildiğim Dan Brown'un kitabı olan "The Da Vinci Code"da adı geçen ve filminde de yer alan bir şapel oluşuydu. Ancaaaak, şapele girerken alacağınız bilgilendirme kitapçığı ile başınızı asla yere eğmeden, tavandaki her bir ayrıntıyı incelemeniz gerekiyor. Çünkü şapel o kadar çok esrarengiz ayrıntı ile dolu ki. 


Şimdi, önce size Chladni desenleri hakkında kısa bir bilgi vermem gerekiyor. Bir plaka üzerine kum koyup belli bir frekansta onu titreştirdiğiniz takdirde titreşime bağlı olarak bir şekil oluşturacaktır. Kiliselerde müzik çalmanın yasak olduğu devirde, mimarları şapelin her tarafını bu Chladni desenleriyle kaplayarak sessizce baş kaldırmış ve bu desenlere göre müziğin kodu çözülmüştür:


Bunu öğrenince oturma ihtiyacı hissetmiştim, zira şifre muazzam ötesiydi. Çünkü yapıldığı esnada bu bilinmiyordu.

Cinayet sebebi sütun

Ve bir de cinayet hikayesi var: Rosslyn Şapeli'ni inşa ederken, usta duvarcı ilham almak için Roma'ya gitmiş ve çırağından, dönüşüne kadar talimatlarını yerine getirmesini istemiş. Ancak çırak hırslı bir genç olduğundan, tasarımları değiştirmeye başlamış ve şu gördüğünüz sütunu kendisi yapmış. Bunun usta duvarcıyı etkileyeceğini sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz. 

Usta duvarcı, bu sütunun kendi eseri olamayacak kadar güzel olduğunu görünce kıskançlıktan kudurmuş. Çırağı öfkeyle öldürmüş. Bunun gerçek mi yoksa kurgu mu olduğunu kimse bilmiyor. Ancak hikayeyi destekleyen bazı kanıtlar var. İlk olarak, alnında gizemli bir kesik olan genç bir adamın oyması var; bu, muhtemelen ölen çırağı simgeliyor. İkincisi, tarih kitapları bize şapelin inşasının bir noktada şiddet içeren bir eylem nedeniyle ertelendiğini söylüyor. Bu yetenekli çırağın hayatına devam etseydi neler yaratabileceğini kim bilebilir? Ayrıca DNA sarmalına benzeyen figürü çıkar nerden biliyordu? Tamam, bu biraz zorlama oldu.


Bu kadar spekülasyonun yanı sıra bir de tapınak şövalyeleri bağlantısı olduğu iddia ediliyor. Şapelin içersinde gizli bir odanın var olduğu, Tapınak Şövalyelerinin sembollerinin olduğu iddia ediliyor ancak günümüzde her şeyin için gören aletlerin bu gizli odayı bulamaması da hıh yani 😊


İşte Da Vinci Code'un çekildiği oda.

Küçücük şapel, başta çok fazla dediğim 90 dakikayı sünger gibi emdi. Tavana bakmaktan boynunuzun tutulacağı ama ağzınızın da eş zamanlı olarak hayretten kapanmayacağı bir şapel burası. 

Şapelin yanında inen yol boyunca gittiğinizde Rosslyn Castle'ın yıkıntılarına ulaşırsınız. Şapelde şaşırmalara doyamayan ben, kaleyi görünce de şaşırmıştım:





29 Kasım 2025 Cumartesi

29 Kasım - Bir Şehrin Gökyüzüyle Kurduğu İlişki: Gri Ama Huzurlu

29 Kasım 2025 Cumartesi 0

 Edinburgh’a ilk geldiğim gün, gökyüzünün rengine uzun uzun baktım. Griydi — öyle sıradan bir gri değil, kendi içinde binlerce tonu olan bir gri. İlk başta eksiklik gibi geldi bana; sanki şehir renklerini unutmuş gibiydi. Oysa birkaç gün sonra fark ettim: burada mavi gökyüzü bir ödül değil, nadir bir misafir. Asıl kalıcı olan gri. Ve o griliğin içinde bir sessizlik, bir kabul duygusu var. Edinburgh'tan yıllar yıllar önce Londra'yı görmüştüm. Londra da aynı girliğe sahipti yeri geldiğinde. Ama bu iki şehirde grilik farklı boyutlarda yaşanıyordu. Edinburgh'un griliği Londra'ya göre daha fazlaydı, Londra sanki griliği üzerinden kolayca savuştururken Edinburgh üzerinden atmaktan çok onu üzerine giysi gibi geçiriyordu.

Bu şehir, gökyüzüyle yarışmıyor; onunla uyum içinde yaşıyor. Taş binalar, ıslak kaldırımlar, puslu tepelere uzanan dar sokaklar... Hepsi aynı tonun içinde eriyor. Yağmur başladığında kimse şemsiye açmıyor, rüzgârda kimse sinirlenmiyor. İnsanlar, yağmur altında ıslanırken asla acele etmiyor; sanki bu havayı kabullenmekle kendilerini de biraz kabullenmiş gibiler. Yağmur da sanki bunu bilerek asla şiddetli yağmıyor. Sokağı, binaları, insanları yıkıyor gibi değil de okşuyormuş gibi sakin ve incecik damlalar halinde yağıyor. Gri burada renksizlik değil, bir denge biçimi. Gökyüzüyle şehir birbirine karışmış; biri soluk alıyorsa diğeri de veriyor.

Artık sabahları perdeyi açtığımda gökyüzüne bakıp hava durumunu sormuyorum. Çünkü biliyorum: gri olacak. Ama o griyle birlikte gelen bir huzur da olacak. Bazen bir kahvenin buharında, bazen taş duvarın ıslak parlaklığında. Edinburgh bana şunu öğretti: bazı şehirler güneşle değil, bulutlarla parlar.

İşte bu yüzden, yağmur altında ıslanırken yürümek, ya da içeride olup kahveni yudumlamak, kahve içmesen bile sarı abajur ışığında kitap okumak, yatağın içinde dinlenmek, masa başında çalışmak, hep koyu ve kasvetli renklerle bile olsa hayatını renklendiriyor insanın.

Rengi bulmak istiyorsan rengi buluyorsun burada. Ama içinde, ama dışında. Sadece nereye bakacağını bilmen önemli.



28 Kasım 2025 Cuma

27 ve 28 Kasım - Hastalık

28 Kasım 2025 Cuma 0

 26’sı akşamı ben, Agatha ve Hüseyin aynı yemeği yedik. Cathy ve David masaya sığmadığımız için hem bizden sonra yerler hem de ayrı şeyleri yeriz. Her zamanki gibi et vardı, hatta sevdiğim bir etti, sosise sarılmış pastırma gibi düşünün, bayıla bayıla yedim. 

Yemekten sonra herkes odalarına çıktı, sabah uyanıp aşağı kahvaltıya indim, benden bir süre sonra Agatha indi. Fakat yüzünden durum pek iyi olmadığı belli oluyordu. Neyin var diye sorduğumda, gece boyu midesinin bulandığını, sabaha karşı çıkardığını söyledi. 

- Kahvaltı ister misin? diye sordu Cathy.

- Sadece kızarmış ekmek istiyorum. dedi Agatha.

Ben üşüttüğünü düşündüm, öğleden sonra kendisini toparlayacağını, bedenini ve midesini sucak tutması gerektiğini söyledim. 

Kurstan dönerken Agatha benden rehidrasyon şasesi istedi. Boots’a uğrayıp aldım.


Agatha hasta olduğu için fazla oyalanmadan eve döndüm, şaseleri kıza verdim, odama geçtim ki aniden bağırsaklarımda inanılmaz bir kıpırtı ve sancı hissedip hemen tuvalete koştum. Eş zamanlı olarak midemde de sıkıntı hissetmeye başladım. 

Benim kötü bir huyum, midemi boşaltmam gerektiği zaman, bu işi asla kolaylıkla yapamıyor oluşum. Sırtımdaki tüm kaslar kilitlenir, nefes alıp midem boşaltma hareketini gerçekleştiremem. Bunun için birisinin sırtımdan belime doğru omurgam boyunca masaj yapması gerekir.

Hadi bakalım, elin gurbetinde bunu bana kim yapacak? Kimse. Nefes alamadığım için boğulmama ramak kala çok şükür ki midemdekileri çıkarabildim.  Zaten sesleri duyan David iyi olup olmadığımı sordu.

- Hayır, hiç iyi değilim. Agatha gibi ben de kusmaya başladım ve bağırsaklarım da iyi değil. 

İşin kötüsü Hüseyin de aynı durumdaymış. Bana yemek yiyip yiyemeyeceğimi sordular. Sıcak bir çorba varsa, sebze veya tavuk çorbası istedim. Eğer yoksa hiç önemli değildi, sadece çay ve kızarmış ekmek üstüne krem peynir de yiyebilirim dedim. 

David, 
- Seni annemin beni tedavi ettiği gibi tedavi edeceğim dedi. 😅

Ah ben nerden bilebilirdim ki, ben özellikle midemi bastırsın diye tuzlu isterken onun bana kıpkırmızı domates çorbası yapacağını… 

Çok umutluydu domates çorbasının iyi geleceğinden amma velakin, çorbanın o tatlı tadı, benim hasta olunca yayla çorbasına alışmış bedenime hiç iyi gelmedi de ben doğru alt kattaki tuvalete koştum. 

- Kusura bakma David ama bizim anneleriniz bizi biraz daha tuzlu yiyeceklerle iyileştirdiği için midem domates çorbasına alışık değil. Yoksa çok sevdiğimi bilirsin.

Biliyordu da gerçekten. Gözlerim parlardı her gördüğümde, ama bu gün değil.

Yukarı çıkayım da yatayım ben en iyisi dedim. Bir kaç saat sonra artık midemi boşattığımı düşünürken tekrardan başladı ve bu sefer üst kattaki tuvalet Agatha yüzünden doluydu ve ben aşağı inene kadar neler çektim anlatamam.  Bu sefer çıkardıktan sonra sanırım tansiyonum düştü ve salondaki kanepeye yığıldım. Yüzümün renginden David baya korkmuştu. 

Üçümüz de bizi siz zehirlediniz demedik, diyemedik. Hem çok seviyorduk, hem bize çok iyi bakmışlardı, hem de onların suçu değildi. Ama 3 öğrencinin bir günde hasta olması zaten biz demesek de suçlu olduklarını bilmelerini sağlamıştı. 

27’sinde ikimiz de gitmedik kursa, normalde öğle yemeği hakkımız olmamasına rağmen Cathy bize tavuklu sebze çorbası yapmıştı. İkimiz de odamızdan çıkmadan tüm gün dinlendik. Bene neyse ki çabuk toparladım, Agatha biraz daha geç toparladı.

Hazır evdeyim dedim, bavulumu parçalayan THY yüzünden gidip kendime bavul aldım. 

26 Kasım 2025 Çarşamba

26 Kasım - Sadece Kendimle Kaldığım Sessiz Bir Gün

26 Kasım 2025 Çarşamba 0

 Edinburgh’da bazı sabahlar, şehir sanki seni rahatsız etmemek için daha yavaş uyanıyor. Rüzgâr, her zamanki gibi taş binaların arasında dolaşsa da bugün sesi yumuşak; yağmur da acele etmiyor. Perdeleri aralayıp gri gökyüzüne baktığımda, içimde garip bir huzur beliriyor — kimseyle konuşmadan geçecek bir günün sessizliğine kendimi yavaş yavaş alıştırıyorum (Ders sonrası sessizlik olaak elbette bu).

Kahvaltımı tamamlayıp odama çıktığımda gün daha yeni ağarıyor, ağırlıklı olarak karanlık hakim her yere. Aşağıda sabah otobüsüne yetişmeye çalışan birkaç insan, yağmurun altında hafif eğilmiş yürüyor. Şehir hareket ediyor ama ben bu sabah onun dışında kalmayı seçiyorum.

Dışarı çıktığımda yağmur ince, neredeyse görünmez. Adımlarım ıslak sokaklarda yankılanıyor; köpeğini gezdiren adamla selamlaşıyorum. 

Yağmuru hissetmek için durakğın altına girmeden dışarıda bekliyorum. Bu şehir, sessizliğiyle bile seni konuşturuyor; düşüncelerini ortaya çıkarıyor. Belki de bu yüzden seviyorum Edinburgh’u — seni kendi içine çeken bir dinginliği var. Burada yalnızlık, boşluk değil; bir tür doluluk, kendinle yeniden tanışma hâli.

Öğleden sonra kursun kütüphanesine sığınıyorum. Sessiz sakin dersime çalışırken zaman kavramı kayboluyor. 

Sonra küçük bir kafeye oturuyorum. Cam kenarında, sıcak bir fincan kahve, dışarıda hızlanan yağmur, ve içimde garip bir minnettarlık. Bu şehirde hiçbir şey yapmamak bile anlamlı hale geliyor. Belki de bazen hiçbir şey yapmamak, her şeyi yeniden duymaktır.

Akşamüstü eve dönerken yollar yine ıslak ıslak, ama sokak lambaları yandığında o ıslak taşlar parlıyor. Gün bitiyor, ama içimde sessiz bir denge kalıyor.
Bugün kimseyle konuşmadım.
Ama belki de uzun zamandır ilk kez, kendimle gerçekten konuştum. Ve Edinburghla. Canım Edinburgh'umla...

 
◄Design by Pocket